Sağlıklı Sınırlarla Sağlıklı Birey Olmaya Doğru
Sınır en genel anlamda, kişinin bir birey olarak sağlıklı bir yaşam sürmek için ihtiyaçlarını karşılayan çizgileridir. Kişisel sınırlar, bireyin kendisi, ‘öteki’ ve dünya ile ilişkisini düzenleyen zeminidir. Kişi kim olduğunu ve kim olmadığını sınırları ile tanımlar.
Kişisel sınırlarımızın içinde beden, düşünceler, duygular, davranışlar, inançlar, beklentiler, arzular, tercihler, yetenekler ve zaman yer alır. Sınırlarımızın içindeki her şeyin sorumluluğu bize aittir ve onların tasarrufu konusunda sorumluluk ve özgürlüklerimiz vardır. Örneğin, bize verilen akli melekelerle, mizaç ve yaşantılarımız sonucunda belirli durumlarda belirli düşüncelere sahip oluruz. Bu düşüncelerimiz duygularımızı tetikler ve duygularımızın fizyolojimizde yaptığı etki sonucunda bazı davranışlara yöneliriz. Fakat çoğu zaman duygu ve davranışlarımızın sorumluluğunu başkasına yükleriz. ‘Beni çok üzdün’ şeklindeki bir cümleyi hemen hepimiz gündelik hayatımızda kullanmışızdır. Aslında burada bize ait bir duyguyu başkasının kontrolüne vererek onun sorumluluğunu üzerimizden atmış oluyoruz. Bunun sonucu olarak kendimizi o duygudan kurtulmak için yapabileceğimiz hiçbir şeyin olmadığı duygusuna kaptırırız. Aslında doğru olan ‘Ben bu yaptığına üzüldüm’ demektir. Duygumun sorumluluğu bana aittir çünkü onlar benim düşüncelerimin sonucudurlar. Duygu ve davranışlarımızın sorumluluğunu üstlenmek bir yük getirir elbette, bununla birlikte sorumlu olduğumuzu anladığımızda, sonucu değiştirmenin de elimizde olduğunu fark ederiz ve bu da bizi güçlü ve özgür hissettirir. Bu anlamda, kişisel tekâmül ‘kendini bilmek’ten yani sınırlarının nerede başlayıp, nerede bittiğini, neyi kapsayıp neyi kapsamadığını ayırt edebilmekten geçer.
Sağlıklı birey olabilmemiz sağlıklı sınırlara sahip olabilmekle mümkündür. Sağlıklı sınırlara sahip olmak ise sadece bilgi ile bilinç düzeyinde gerçekleşen bir durum değildir. Sınırlarımız bir ölçüde doğduğumuz andan itibaren işlemeye başlar, yani otomatiktir. Bir bebek acıktığında veya acı çektiğinde ağlar ve bu davranışlarıyla ebeveynine kendisiyle ilgili mesajlar verir, kendisinin nasıl bir bebek olduğunu, neye ihtiyacı olduğunu anlatır ve böylece ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde ebeveyniyle olan ilişkisini düzenler. Ebeveynler de verdiği karşılıkta belirli ölçüde otomatik davranır, örneğin ağlayan bebeğin emzirilmesi veya kucağa alınması gibi. Bu programlanmış davranışlarımız fıtratın sonucu ortaya çıkar, dolayısıyla da fıtri programımız sağlıklı sınırlara sahip olmamız için adeta bir zemin olarak çalışır.
Sağlıklı sınırların gelişiminin diğer boyutu ise yaşantısal olarak aile hayatı içinde oluşur. Anne ve baba, her hâli ile çocuklarına model olur. Bu modeller zamanla içselleştirilir ve bilinçdışı çalışan fakat öğrenilmiş bir program olarak kişinin sınırlarını oluşturur. Doğuştan getirdiğimiz programın şekil alması büyük ölçüde bu modelleme sürecinde gerçekleşir. Örneğin, annesinin kendisine zorla yemek yedirdiği çocuk arkadaşından zorla oyuncağını alabilir.
Modellemenin dışında çocuğun deneme yanılma yoluyla elde ettiği sonuçlar da sınırların organizasyonuna etki eder. Mesela, oyunda sırasını beklemediği zaman arkadaşlarının onu oyundan çıkarması, arkadaş kimliğindeki sınırları konusunda çocukta bir öğrenme oluşturur. Bir dahaki sefer oyunda sırasını beklemeyi böyle öğrenir ve daha sonrasında kendisi de oyuna girenlerin kurallara uymasını bekler. Deneme yanılma yoluyla öğrenmenin etkisi sadece o dönemle de
sınırlı kalmaz. Bu öğrenmeler kişinin yetişkinlik döneminde sosyal ilişkilerini ‘sezgisel’ olarak şekillendirir. Örneğin, oyundan atılma sonucunda kuralların önemini öğrenen çocuk yetişkinlikte ‘ilişki kurallarının’ önemini bilerek davranır yani verdiği sözü tutar, sır saklar veya emanetlere sahip çıkar. Sınırlar, kişiyi bir duvar gibi sabit ve katı bir şekilde korumak yerine bir kapı gibi açılıp kapandığında işlevlerini sağlıklı gerçekleştirir. Örneğin, kişi kendisine hakaret eden birine karşı ‘ben ne yaptım da bunu hak ettim’ düşüncesi ile yaklaşmak yerine ‘hangi durum ve olay söz konusu olursa olsun hakaret yanlıştır, bu yanlışa maruz kalmak benimle ilgili değil, bunu yapan kişiyle ilgilidir’ diye düşünerek olayı kişiselleştirmezse, sonuç olarak negatif duyguları dışarda tutmuş ve kendi ‘özdeğer’ duygusunu içeride muhafaza etmiş olur. Sağlıklı sınırlar sonucunda oluşan bu durum zorlayıcı yaşam olayları karşısında travmatize olmadan hayata devam etmemizi sağlar.
Sınırlar sağlıklı esnekliği kaybettiğinde iki problemli durum ortaya çıkar: Aşırı geçirgen sınırlar ve katı/geçirgen olmayan sınırlar. Aşırı geçirgen sınırlar söz konusu olduğunda kişi içsel olarak düşünce ve duygularının iç içe geçtiği, iç kontrolü sağlayamadığı ve dış dünya ile ilişkisinde de olumluyu içerde tutamama veya olumsuzu içeriye alma durumlarıyla karşılaşılır. Evinizin kapısının açık kalmasının getirebileceği çok yönlü tehlikelerin benzerlerinin ortaya çıktığı bu tabloda, kişi kendisinin kim olduğunu tanımlamakta zorlanır. Eksik benlik olarak tanımlanan bu durumda kişi düşünce, duygu ve davranışlarda ani değişiklikler, iniş ve çıkışlar yaşar. İç tutarlılık ve istikrar yoktur, kaotik ve kaygan bir zeminde en ufak sorunların dahi büyük krizlere dönüştüğü bir tablo söz konusudur. İnsan ilişkilerinde yeni tanışılan biriyle çok çabuk kaynaşıp özel hayatındaki her şeyi ‘çok güvenilir birisi olduğunu hissettiği için’ onunla paylaşma, bu kişiye karşı aşırı verici olma, hayır diyememe, onun eleştirileri karşısında yıkılma ve bir anda dostluğu bitirme şeklinde seyreden bir arkadaşlık ilişkisi yaşayabilir. Buradaki olumsuz bitiş, kişinin ‘iyi niyetinin suiistimali nedeniyle değil ‘aşırı geçirgen sınırlara’ sahip oluşu nedeniyle başından itibaren yanlış davranmasından dolayı oluşmuştur. Genelde böyle bir tabloda acı içinde kalan kişi kendini korumak için kapılarını kapatıp yerine duvar örmeye yani katı sınırlara doğru gider. Başkalarıyla ilişkilerden kaçınma, yardım istememe, kendi kendine yetebilme üzerine bir hayat sürmeye yönelir. Bu tepkisel olarak ortaya çıkan durum zamanla kişiyi kendi oturmuş sınır yapısına yeniden götürür. Ancak aile yaşantısının katı sınırlarla yapılandırıldığı ortamlarda büyüyen kişiler esnekliğini kaybetmiş sınır yapısını hayatlarının her alanında yaşarlar. Katı sınırları olan kişiler yakınlıktan ve yakın ilişkilerden kaçınır ya da çok az sayıda kişi ile yakın ilişki kurar, kişisel bilgilerini, duygu, düşünce ve yaşantıları dâhil paylaşmaktan uzak dururlar. Güvensiz, mesafeli ve soğuk görünen insanlar olarak toplumdan daha uzak bir hayat sürerler.
Sağlıklı bir yaşam sürmek için en temel gereksinimimiz sağlıklı sınırlara sahip olmaktır. Sınırlarımız tıpkı bağışıklık sistemimiz gibi kişiliğimizi ve varoluşsal bütünlüğümüzü korumamıza hizmet ederler. Bu yapı sağlıklı olduğunda zorluklar ve problemler karşısında onların üstesinden gelerek daha da güçlenme şansımız vardır ancak bu yapı sağlıksız olduğunda en küçük bir virüsle dahi başa çıkamayıp çökebiliriz. Sağlıklı sınırların oluşması için fıtratımıza yerleştirilen programı sağduyu ve sağlıklı aile yaşantıları ile korumalıyız ki sorumluluk ve özgürlüklerimiz konusunda farkındalıkla yaşayan, kendini bilen bireyler olabilelim. Ancak bu konuda yaşadığımız problemler sürekli tekrar ediyorsa sınırların sağlıklı işlemesine engel olan etkenlerin tanımlanıp, çözümlenmesi için sınırlar konusunda uzmanlığı olan psikoterapistlerden destek almak gereklidir.